GELECEĞİN EN ÖNEMLİ İŞİ: İNSAN OLMAK – Dr. Mustafa Aykut (Mayıs – 2020)

Tahta, taş, tunç, ve demir kullanımından buhar ve elektrik enerjilerine, ardından seri üretimli fabrika otomasyonuna geçtik. Buradan da internet teknolojisine atladık.Bunlar tek tek oldu. Oysa şimdi bilim ve teknoloji aynı anda birden fazla mega dönüşüme neden olacak. Çaresizce yaşantımızdan (sosyolojimiz ve psikolojimiz) başka, biyolojimiz ve etik değerlerimiz de değişecek.

Bilim insanları sürekli olarak teknolojinin gelişimine bakarak bugün olmasa da gelecekte nelerin mümkün olacağını anlatıyorlar. Bu heyecan verse de; asıl tartışılması gereken şey bu dönüştürücü teknolojilerin ne olacaklarından çok, insanlığa nasıl hizmet edecekleri olmalı.

Gelecekte bilim ve teknolojide gerçekleştirilecek araştırma ve geliştirme çalışmalarına, çıkacak ürün ve hizmetlerin ticarileştirilmesine yönelik yatırımlara karar verirken insanların mutluluğunu, özgürlüğünü, güvenliğini ve insana mahsus vasıflarını önceliklendirmeliyiz. Bizi biz yapan, mahremiyet, merhamet, vicdan, maneviyat, inanç, şevkat, hayalgücü, empati, sezgi, sevgi, mutluluk, elem, hüzün, coşku, arzu, ahlak, etik, mahcubiyet, onur, gurur, saygı gibi erdemli insaniözelliklerimizi göz ardı edemeyiz, etmemeliyiz. Bilim ve teknoloji aradığımız şey olmak yerine arama yöntemi ve yordamı olursa bu yaşamsal önceliklendiirmeyi başarabiliriz.

Teknoloji geliştikçe içe doğru kıvrılan bir sarmal üzerinde ilerleyen bir zaman düzeneğine bağlı gibi. Önümüzdeki on yıl içerisinde, teknolojinin bize sunacağı nimetler, geçtiğimiz yüz yıl içerisinde sunulanlardan kesinlikle daha fazla olacak. Önümüzdeki 20 yıl içerisinde ise, geçmişteki 300 yıldan daha fazla. Öyle ki; sanki yarın dünün devamı değil. Bu hızda ilermek başımızı döndürüyor. Düşünsenize; on yıl önce dijital kişisel asistanlar, paylaşım ekonomisi, akıllı telefonlar, sürücüsüz araçlar, dronlar, on-line navigasyon hizmetleri, sanal gerçeklik, QR kodlar, sanal marketten alış- veriş, kripto paralar, yüz tanıma sistemleri, instagram, zoom, periscope var mıydı? Üstelik, dikkat ettiyseniz, bu yenilikler genellikle birbirleriyle ve birbirlerini güçlendirerek çalışıyor.

Bütün bu baş döndürücü teknolojik gelişmeler karşımıza çıktıkça, daha önce bedensel ve zihinsel olarak yapmaya çabaladığımız işleri bizim dışımızdaki elektro-mekanik nesnelere devrediyoruz. Kitap karıştırmak yerine arama motorlarına soruyoruz. Alış-veriş için dışarı çıkmak yerine bir-kaç tık ile sipariş verip kapımıza getirtiyoruz. Adresleri, telefon numaralarını ezberlememize gerek yok. Çünkü telefonumuz şimşek hızıyla bulup getiriyor. Yavaş yavaş bizi simüle ediyorlar. Bizden daha üstünler. Bu nereye kadar gidecek. Bizi aştıkları özelliklerimiz teker teker makinelerin, yazılımların, sistemlerin eline geçtiğinde ne olacak. Örneğin, 85 ile 115 arasında değişen, haydi en zekimizin 250 kabul edildiği (Leonardo Da Vinci) dünyamızda, insan IQ’sunun yanında IQ’su 500, 1000 hatta 10,000 olan makineler olduğunda ne yapacağız? Çok kaygı verici. Çünkü, en yalın haliyle, ‘teknolojinin etiği olamaz’. Teknoloji yaşamımızın en mahrem alanlarına, biyolojik yapımıza nüfuz etmiş ve kontrol ediyor olduğunda kime şikayet edeceğiz.

Önümüzdeki 4 yıl içerisinde 40 milyardan fazla nesnenin İnternete bağlanacağı (Internet of Things) kestiriliyor. Toplam dünya nüfusunun üç katından daha fazla bir sayıdan söz ediyoruz. Sonraki yıllarda, gitgide neredeyse her şey İnternete bağlanacak (Internet of Everything). Diş fırçamızdan ayakkabımıza, parmağımızdaki yüzükten arabada oturduğumuz koltuğa, sofrada elimize aldığımız kaşıktan sokakları aydınlatan lambalara kadar her şey. Bu nesnelerin bir kısmını üzerimize giyeceğiz. Bedenimize yerleştirilecekler (deri altına, iç organlarımıza, hatta beynimize). Ne var ki; bizimle haberleşmek yerine kendi aralarında haberleşecekler. Bir anlamda insansız İnternet. Böyle bir yaşamda makineler mi bizim içimizde olacak, biz mi makinelerin içinde varlığımızı sürdüreceğiz?

Teknolojiyi geliştirenler zaafımızı buldular. Teknolojiden haz alıyoruz. Bakın bakalım, yeni bir akıllı telefon modelini elde etmek için neleri göze alıyoruz? Buna Hedonizm, yani hazcılık deniyor. Bizi bir bakıma, kimliğimizden, kişiliğimizden çıkaran duygular. O haz için pek çok şeyi feda edebiliriz. Etik değerlerimizi bile. Bu tüm insanları tek bir kurşun sıkmadan teslim almak değildir de nedir?

Bilim ve teknolojinin ilerlemesine karşı koyamayız. Pil endüstrisindeki ilerlemeler elektrikli arabaların sıradanlaşmasına yaradı. Şimdiden yüzlerce kilometre yolu tek şarj ile gidebilirken, yakında ayda bir kez şarj etmek, çok geçmeden yılda bir kez şarj etmek tüm yıl arabamızla yollarda dolaşmamıza yeterli olacak. Sessiz, temiz, ucuz arabalar…Kim istemez?

2008 yılında, tek bir insanın genom dizilimi 10 milyon dolara saptanabiliyordu. Şimdilerde 1000 doların çok altına indi. Yakında 10 dolardan daha ucuz olacak. Böylece hemen herkesin, hangi hastalıklara yakalanabileceğini yıllar öncesinden bilebileceğiz. Ona göre önlem almak çok kolaylaşacak. Bebekler daha doğmadan genetik düzeltme işlemlerine alınıp, çok sağlıklı bireyler olarak dünyaya gelecekler. Sağlıklı ve güçlü bedenle uzun ömür kulağa ne kadar hoş geliyor. Nasıl hayır diyebiliriz? Zaten sorun da burada.

Teknolojinin sunduğu bu muazzam imkanlardan kimler yararlanacak? Bir başka deyişle artırılmamış, yani yazılım ve donanım marifetiyle değiştirilmemiş insanlar, değiştirilmiş insanların yanında evcil hayvan gibi mi kalacak? Bu insanlara ihtiyaç kalmayacak mı? Kalmayacaksa ne olacaklar?

Bu sorular ve daha fazlası bir paranoyak saplatının işareti gibi görülmesin. Alabildiğine ucuzlayan, bir o kadar da karmaşık işlemleri yapabilen, örneğin; insan gibi düşünebilen, kararlar alabilen, anılarımızı saklayan, gerektiğinde en ince ayrıntısına kadar saniyeler içinde anımsayabilen makineler, farkına bile varamadan bizi tanıyan makineler olmaktan çıkıyor, bizi temsil eden makinelere dönüşüyor. Son aşamada bizim yerimize ‘biz’ olacaklar. Bizim dışımızdaki ‘biz’lerin bizden daha akıllı, bizden daha hızlı, bizden daha becerikli, bizden daha fazla şeyi anımsayan, bizden daha fazla şeyi algılayan varlıklar olduklarını düşünsenize. Şimdiden bizden daha ‘biz’. Şu sıralarda dışarıda yemek yiyeceğiniz zaman TripAdvisor’a sormuyor musunuz? O sizin damak tadınızı, sevdiğiniz ambiansı, hangi ulaşım imkanlarıyla gideceğinizi bilmiyor mu? Biliyor, hem de sizden daha iyi. Bu tatili düşündüğünüzde de aynı. Alış veriş yapacağınız zaman da. İş Dijital Kişisel Asistana kadar gidince sizin dışınızdaki ‘siz’ artık randevularınızı da alıyor, diyetinize de denetliyor, sağlığınızı da koruyor.

 

COVID-19 hastalığı ile mücadele ettiğimiz günleri aklınızdan çıkarmadan, sizi on yıl sonrasına götüreyim. 2030 yılındayız. Uyandınız, yerinizden kalktınız, banyoya gittiniz. Aynaya bakar bakmaz, aynanın yüzeyine gömülü kızıl ötesi ışınlarla ateşiniz ölçüldü. Ateş normal. Elinizi yüzünüzü yıkadınız, dişinizi fırçalıyorsunuz. Fırçanız bir yandan dişinizi temizliyor, öte yandan ağzınızdaki tükürüğü analiz ediyor. O da ne? Ağzınızda virüs olabileceğini düşündürecek maddelervar. Üstelik yoğunluğu yüksek. Aynada bir uyarı beliriyor. Özel hazırlanmış kiti kullanmanız isteniyor. Ecza dolabında istiflenmiş kitlerden birini alıyorsunuz. Talimata uygun biçimde, içindeki aparatı cep telefonunuza takıyorsunuz ve üzerindeki iğne ile aparata yerleştirilmiş ‘lam’a parmağınızdan bir damla kanınızı damlatıyorsunuz. Bingo. Bir kaç dakika içinde size hangi grip virüs tipinin bulaştığı bilgisi telefonunuzun ekranından yansıtılıyor. O bilgi aynı zamanda ailehekimine gidiyor. Aile hekiminiz Yapay Zekalı robo-dok. Size, bünyenize uygun reçete yazıyor ve en yakındaki eczaneye gönderiyor. Neler yapmanız gerektiğini sıralıyor. Başkalarına bulaştırmamak için kendinizi karantinaya alın. Havlunuzu ayırın. İlaçlarınızı muntazaman alın. Dinlenin. Zaten 7 günlük raporunuz işyerinize ulaştı bile. Bundan sağlık sigortanızın da haberi var. Masrafların bir kısmını o karşıladı. Geri kalan kısmı bankadaki hesabınızdan çekildi. Dijital Kişisel Asistanınıza hasta olduğunuzu söylemeye bile gerek yok. O her şeyi biliyor. Zaten hastalığınız süresince sizin kurallara uyup uymadığınızı, ilaçlarınızı aksatmadan alıp almadığınızı o kontrol edecek. Görevi elbetten bundan ibaret değil. Önümüzdeki günlerde gerçekleşecek toplantılarınızı gözden geçiriyor. Acil olmayanları, muhataplarınızın Dijital Kişisel Asistanlarıyla iletişime geçerek erteliyor. Acil olanlar için videolu toplantılar ayarlıyor. Güncellenen takviminizi TV ekranından size gösteriyor ve sesli olarak anlatıyor. İsterseniz sabah kahvesi yerine sıcak bir ıhlamur hazırlamayı,dinlenirken keyif alacağınız müzik ya da filmleri sunmayı teklif ediyor. O sırada eczaneden ilaçları getiren dron balkonunuza inmek üzere. ‘Geçmiş olsun’.

Buradaki ‘geçmiş olsun’ ifadesini biraz da mecazi anlamda kullandım. Çünkü size ilişkin o kadar çok kişisel bilginiz elden ele dolaştı ki; siz bile onların tamamını sayamazsınız. Sağlık sigortanızdan, işyerinizdeki insan kaynakları bölümüne, oradan müdürünüze, bankanızdan, halk sağlığı ve güvenlik birimlerine, emeklilik kurumundan yaşadığınız apartman dairesinin bulunduğu sitenin yönetimine…Milyonlarca ‘byte’lık bilgiler ışık hızıyla ‘bulut’ dediğimiz görünmez belleklerdeki yüzlerce dosyaya yerleşti. Üstelik ‘blokzincir’ ile değişmez şekilde.

Daha 2025 yılındayken İnternete bağlı ve kendi aralarında haberleşen 40 milyar nesnenin ürettiği veri bile 80 bin quintilyon byte’a (80 zettabyte1) erişecek (IDC). Bir başka deyişle; son iki yılda ürettiğimiz verinin, ondan önceki, insanlık tarihi boyunca ürettiğimiz veriden daha fazla olduğunu biliyoruz. Veriyi hükmederseniz onu malumata (information) dönüştürürsünüz. Malumata hükmederseniz onu bilgiye (knowledge) dönüştürürsünüz. Bilgiye hükmederseniz ‘bilge’ (hikmet-hüküm verebilme-hakim olabilme) olursunuz. Böyle bir hiyerarşide yer alamayıp, yalnızca veriyi veren mi olacaksınız? Bu bilgiler çok daha vahim olduğunda sağlık sigortanız primlerinizi çok yüksek mi tutacak? İşten ayrıldığınızda, yeniden iş bulmakta zorlanacak mısınız? Ev ya da araba almaya kalkıştığınızda, size uzun vadeli kredi verecek banka mı yok? Hatta kendinize eş bulmakta ya da yurt dışına seyahat etmekte bile sorunlar mı yaşıyorsunuz? Bütün bu yaşadığınız olumsuzluklara makinelerin ön yargısı mı neden oldu? ‘Geçmiş olsun’.

 

([1] 1 Zettabyte = 270 byte = 1000 quintillion byte)